İnsan ne zaman ölümü düşünür? Ne zaman yaşamın ta kendisini? Kim mutludur? Kim mutsuz? Anlam arama çabasına ne zaman vakit ayırırız? Yaşam aslında sanıldığı kadar uzun mudur? Ya da acele etmemiz gerektiği kadar kısa. Size de zor geliyor mu yaşamak? Yemek, içmek, çalışmak, koşmak, belki de sevişmek? Ne zaman sorgularsınız bunları? Ne zaman bıkarsınız yaşamdan? Ölümle arkadaş olduğunuz zamanlar… Beklenmeyen kişilerin intiharları. İyi insanlar neden kenarlardadırlar? Niye gündelik hayatta karşılaşmazsınız onlarla? Sevdiklerinizi gerçekten ne kadar seversiniz. Sizi anladıklarını düşünür müsünüz ya da emin misiniz? Sevginizi gösterirken ne kadar samimisiniz? Ya şüpheleriniz, korkularınız? Onları göstermekte ne kadar içtensiniz? Siz hiç bir insanın gözlerinde kaybolduğunuzu hissettiniz mi? Onda var olduğunuzu ya da onda bitip tükendiğinizi. Yoksa kendi kendinizi mi tüketip bitirirsiniz? Hiçlik nedir sizin için? Yitmek, yok olmak. Bir şey olmadığınızı bilmek nasıl bir şeydir aslında?
İnsanoğlu bunları düşünüyor zaman zaman. Varlığımızı hissetmek korkutuyor bizi herhalde. Yokmuşuz gibi yaşayıp gidiyoruz. Toprak oluyoruz, ama bunu bilmek istemiyoruz. Ya yaşadığımız sıkıntılar? Değer mi bunları yaşamaya, ya da en azından bu derece yaşamaya? Eski sevgilileriniz geliyor mu aklınıza? Size öğrettiklerine. Size yaşattıklarına. Ya sevmemiş olmak, ya aşık olamamak, duygularını ifade edememek? Aslında yakında iken çok uzaklarda olmak. Yani varken aslında yok olmak. Yaşama tutunamamak neyi ifade eder sizde? Hayatta tutunamamış olmak, hep kıyısında yaşamaya mahkum hissetmek yaşamın? Sizin gibi birçoklarının olduğunu görmek ve onların gözlerinde yok olmak, bitmek, tükenmek. Yitikler ordusunun anlam arama çabası içinde direnen bir üyesi olarak debelenip durmak. Ve bunun farkına varmak. İnsanın kendisine acıyarak yaşaması nasıl bir şeydir? Bunu bilmek, bunu düşünmek, hiçbir şey yapamamak. Öylesine, işte öylesine yaşamak. Kıyıda, tutunamadan ve bunu sadece bakışlarında ifade ederek yaşamak zorunda kalmak.
ARM Bülten, Şubat 2001