GENÇ BOŞANMALARDAKİ ARTIŞ

(2014 yılı boşanma istatistiklerine göre, boşanan çiftlerin %39,6 sının evlilikleri ilk beş sene içinde sonlanmakta. 2001 yılında bu oranın %42 olduğunu görüyoruz. Yani aslında bu oranda son 13 yılda bir düşüş söz konusu.
Türkiye istatistik kurumu verilerine göre, boşanma sebepleri arasında birinci sırada aldatma, ikinci sırada ilgisizlik-sorumsuzluk, üçüncü sırada ise kötü muamele-dayak geliyor.)
Boşanmayan çiftlerin otomatik olarak mutlu çiftler olduğunu düşünmememiz gerekiyor, belki de boşanamayan, boşanmayı avantajlı görmeyen çiftler onlar. Üstte sayılan sebepler dışında, kadının çalışma hayatında aktif rol alması, kendi ekonomik gücünün olması bir kere boşanılabilirliği arttıran bir etmen. Evlilik hayatına, ilişkiye dair beklentilerin farklı olması veya zaman içinde farklılaşması temel sebep olmakla birlikte çiftlerin ilişkide yaşanılan çatışmaları, iletişim problemlerini, aile içi meseleleri çözebilmek için bile zamanı olmuyor. Zaman olmayınca heves azalıyor, çaresizlik sürecine girilmiş olunuyor. İnsanlar birbirine yeterince zaman ayırmıyor, duygularını paylaşamıyor, beklentilerini aktaramıyor ve problemlerini konuşmak çözmek yerine yalnız kalmayı, sosyal mecralarda kafa dağıtmayı tercih ediyor. Zaman içerisinde mutsuzlukları artıyor ve artık katlanılamaz bir hale geliyor. Hali hazırda genç olan, çevresi geniş olan, para kazanan, kendine güveni olan bireyler ayrılmayı tercih edebiliyor. Yani tahammül sınırı düşmüş olan günümüz çiftleri sıkıntıya gelemiyor, hissettikleri olumsuz duygulardan daha çabuk kurtulmak istiyor.
Farklı kültürlerden, farklı sistemlerden gelen ailelerin çocuklarının birbirini bulması, sevmesi, ilişkilerinin olması ve evlenmesi artık çok daha kolay ve kabul edilebilir bir şey. İnsanlar sosyal medyadan, iş ortamından ve aklımıza bile gelmeyecek farklı yerlerden tanışıp ilişki yaşayabiliyorlar. Ancak evlendikten sonra yani aileler işin içine girdikten sonra kültürel farklar ortaya çıkıyor. Kabul ediliyor veya edilemiyor. Dikkat ederseniz gelenek, görenek, adet kavramları ancak evlilik mevzusu gündemde olduğunda konuşulan şeyler. Farklılıklar problem yaratmaz, alışırım, değiştiririm gibi düşünülüyor ancak maalesef bu bir yanılgı. Koca sistemi tek başınıza değiştiremezsiniz, ancak kabul eder veya reddedersiniz. Reddedildiği noktada iş boşanmaya varıyor.

Sağlıklı evliliğin sırrı nedir?
Sağlıklı evlilik ilişkisi hem birey olmayı hem de “biz” olmayı kafi miktarda barındıran, eşlerin duygusal, sosyal, cinsel dünyalarının yeterince beslendiği, iletişimin kuvvetli olduğu, güç savaşının hakim olmadığı ilişkidir. Üretime, birey olmaya izin verir, desteği, yanında var olmayı önemli kılar.
Aslında her şey çok basit, hayatı zorlaştırdığımız gibi bunu da biz zorlaştırıyoruz. Yaşadıklarımızı değerlendirirken çoğu zaman zorlanıyoruz, gereksiz detaylara takılıyoruz. İlişkinin canlı bir organizma gibi gelişip değiştiğini, form değiştirdiğini, zaman içerisinde de bitebileceğini görmezden geliyoruz. Anı yaşamak yerine sürekli geleceği düşünerek, hatta başkalarını memnun etmeyi düşünerek ilişkilerimizi harcıyoruz.
Eşler birbirini değiştirmeye, kendi kalıplarına uydurmaya çalışmaktansa var oldukları gibi kabul edip ortak çözümler ortak yaşam alanları kurduklarında, ilişkileri görece sağlıklı gelişecektir. Hedef mutlu etmek ve mutlu olmak olduğunda, çözüm odaklı gidildiğinde hayat daha keyifli olacaktır.

Kadınlar ve erkekler evlilik içinde ayrı ayrı ne gibi hatalar yapıyor?
• “Evlilik” kurumunun herkeste yarattığı imaj farklı. Toplumun bekledikleri istedikleri var, bireylerin kendi beklentileri var. Çoğu zaman bu ikisi arasında sıkışıp kaldıklarını görüyoruz çiftlerin.
• Ailelerin müdahil olduğu durumlara sıkça rastlıyoruz. Çiftler meselelerini kendileri çözmek yerine aileden destek, çözüm, öneri bekliyorlar, aile meclisi adeta mahkeme gibi işliyor bazen.
• Doğru iletişim kurmuyorlar. Anlamasını bekliyorlar, net ve dosdoğru bir şekilde istekler, beklentiler dile getirilmiyor.
• Duygular paylaşılmıyor, halbuki duygu aktarımı çok çok önemli
• Birbirlerine, ilişkilerine yeterince zaman ayırmıyorlar
• Eşler birbirlerinin bireysel alanlarına müdahale ediyorlar. Arkadaşlıklarına, giyimlerine karışıyorlar. E-mail, facebook, twitter şifreleri alınıyor veriliyor
• Çalışan kadın ya kendini çok salıyor ya da her şeyi tam yapmalıyım iyi yapmalıyım düşüncesiyle çok fazla şey yapmaya çalışıyor, tükeniyor. Bir denge kuramıyor
• Kadınlar doğum yaptıktan sonra adeta “anne” olarak yaşıyorlar, sanki “kadın” kimliklerini bir kenara bırakıyorlar. Erkekler uzun süre “anne” kimliğiyle gezen kadınla birlikte olmak istemiyorlar. Çünkü bu anneler bir süre sonra çocuğundan başka eşine de “annelik” yapmaya başlıyorlar
• Erkekler annelerinden gördükleri ilgiyi, bakımı, iletişimi bekliyor ve istiyorlar eşlerinden. Kıyaslıyorlar içten içe. Kadınlar da babalarıyla eşlerini kıyaslıyor. Erkeğin düştüğü bu yanılgı daha kötü etkiliyor evlilik ilişkisini çünkü kadını da erkeği de yetiştiren “anne” dir.
• Şikayet etmek yerine eyleme geçmeyi kadın da erkek de yapamayabiliyor. Bu işleri daha da zorlaştırıyor.

Kliniğe başvuran çiftlerde en sık gözlemlenen problemler;
 İletişimsizlik, ilgisizlik diye tanımlanan, eşlerin birbirine, ilişkilerine zaman ayırmaması, dolayısıyla duygusal, düşünsel ve hayata dair ortak paylaşımlarının zaman içerisinde azalması veya hiç olmaması
 Evlilik dışı ilişki ve eşlik eden problemler
 Aile içi iletişim problemleri, geniş ailenin çekirdek aileye müdahale etmesi
 Aileler arasındaki sosyo kültürel farklar ve bu sebeple ortaya çıkan yaşantısal anlaşmazlıklar
 İş yoğunluğunu ve yorgunluğu sebep göstererek evle, eşle, çocuklarla yeterince ilgilenmeme, vakit geçirmeme
 Cinsel problemler